Ulu Arif Çelebi Hazretleri

Konya

(d.1271 / ö.1319)

Konya'nın büyük velilerindendir. Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretleri'nin torunu olup, Sultan Veled'in oğludur. Asıl adı Celaleddin Emir Arif olup, 670 (m.1271) yılında Konya'da doğmuş ve 719 (m.1319) yılında yine Konya'da vefat etmiştir. Kabri Konya'dadır. Küçük yaşta dedesi Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretleri'nin yüksek teveccühlerine kavuşmuştur. Babası Sultan Veled Hazretleri'nden zahir ve bâ­tın ilimlerini öğrendi. Babasının vefatı üzerine onun yerine postnişin oldu. Arif Çelebi'yi bazen Mevlana Hazretleri yanına getirterek, ona teveccüh ederdi. Altı aylık olduğunda ona: "Allah de yâ Celaleddinî'" diye söyler, o da herkesin kolaylıkla anlayacağı bir şekilde üç defa: "Allah, Allah, Allah" derdi. Bu sözleri büyük bir zevk ile dinleyen Mevlana Hazretleri, onun ileride büyük bir veli olacağını söylerdi. Babası Sultan Veled Hazretleri anlattı: Arif Çelebi beş yaşlarında idi. Bir gün başı iple bağlı bir öküzün yularından tutmuş götürüyordu. Onu o halde görünce: "Ey Arif! Bu öküz de nenin nesi? Onu nereye götürüyorsun?" dedim. Cevabında: "Bu yular, filan beyinin başına takılan yulardır. Çünkü o Mevlana dergâhına dil uzatmaktadır" dedi. Çocuğun bu haline güldüm. Fakat üç gün sonra duydum ki, o beyin evini yağma edip, başını kesmişler." "Arif Çelebi on iki yaşlarındaydı. Bir gün medresede dolaşırken, cübbesini yere serip: "Buyurun, cenaze namazını kılalım" dedi. Ben yine hayretle: "Bu kimin cenazesidir?" diye sorduğumda: "Üstadımız Hüsameddin Çelebi'nin cenazesidir" dedi. O gün Hüsameddin Çelebi'nin hastalandığı haberi geldi. Birkaç gün sonra da vefat etti." Arif Çelebi, sık sık seyahatler etmiş. Tebriz seyahati bunlar arasında önemli bir yer tutar. Sık sık Ladik'e gidip geldikleri de bilinmektedir. Bu seya­hatlerinin tamamı irşadla ilgilidir. Hicri 719 (m.1319) yılında yine Aksaray'a bir seyahatte bulunmuş, dostlarını ve talebelerini görüp onlarla gerekli görüş­melerde bulunmuştu. Bir gece rüyasında, peş peşe birkaç defa "Ah" ederek, bir müddet ağladı. Orada bulunan dostları, bunu duydular ve kendisine ağlamasının hikmetini sor­dular. O da: "Rüyamda bir köşkte oturmuş, penceresinden güzel bir bahçeyi seyredi­yordum. O bahçenin güzelliğini anlatmak mümkün değildir. Bahçeyi seyreder­ken orada dedem Mevlana Hazretleri'ni gördüm. Bunu mübarek eliyle işaret ederek: "Ey Arif, gel, bundan sonra bize gel, artık orada kalman yeter" dedi. Son­ra da gözden kayboldu. İşte dedeme olan hasretim sebebiyle ağladım. Her ge­çen gün ahirete gitme isteğim çoğalmaktadır" dedi. Sonra Konya'ya dönmek üzere yola çıktı. Konya'ya geldiğinden iki gün sonra, cuma günü idi. Güneş doğduktan sonra dışarı çıkıp, güneşe doğru döndü ve bazı sözler söyleyip kasideler okudu. Sonra da talebelerine dönerek: "Kardeşlerim! Artık gitme zamanım yaklaştı. Zira her nefeste sesler geli­yor. Sizlere veda ediyor, Allahü Teala'ya emanet ediyorum" buyurdu. Evine gidip yatağına yattı. Bir hafta hasta yattıktan sonra, ertesi cuma günü kalktılar. Şu anda medfun bulunduğu yere gelip, orayı işaret ederek: "Beni buraya defnediniz" buyurarak vasiyette bulundular. Bundan sonra tekrar yatağında istirahata çekilip günlerce hasta yattı. Hastalığının yirmi be­şinci gecesinde müthiş bir zelzele oldu. Bazı binalar yıkıldı. İki gün sonra da, salı günü ikindi vaktine yakın "La ilahe illâllah, Muhammedün rasûlüllah" di­yerek son nefesini verdi ve sevdiklerine kavuştu.

Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.