Şems-i Tebrizî Hazretleri
(d.? / ö.1247)
Konya'ya gelen büyük velilerdendir. Adı Muhammed b. Ali'dir. Tebriz'de doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. Şems-i Tebrizî lakabıyla meşhur oldu. 645 (m.1247) yılında Konya'da şehit edildi. Mevlana'nın medresesinde defnedildi. Şems-i Tebrizî Hazretleri, Tebriz'de ilim tahsil etti ve edep üzere yetişti. Daha küçük yaşta iken manevî hallere, üstün derecelere kavuştu. Kendisi şöyle anlatır: "Henüz ilk mektepteydim. Daha buluğ çağına girmemiştim. Peygamber Efendimiz'in sevgisi bende öyle yer etmişti ki, kırk gün geçtiği halde, onun muhabbetinden aklıma yemek ve içmek gelmedi. Bazen yemeği hatırlattıklarında, onları elimle yahut başımla reddederdim. Göklerde melekleri ve yerde gayb âlemini, kabirdekilerin hallerini görebiliyordum. Hocam Ebu Bekir, hallerimi başkalarına söylemekten beni men ederdi; Bir gün babam benim bu hallerimden ürktü ve beni karşısına alıp: "Yavrucuğum! Ben senin acayip hallerinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye varacak? Korkarım ki sana bir zarar erişir?" dedi. Ben de ona: "Babacığım! Bir tavuğun altına konan bir ördek yumurtasından çıkan ördek yavrusunun dereye dalıp yüzdüğü gibi ben de manevî deryaya dalmış bir haldeyim" diye cevap verdim. Şems-i Tebrizî Hazretleri, Ebu Bekr-i Kirmani'den ve Baba Kemal-i Cündî'den feyz aldı. Onunla beraber, Baba Kemal'in yanında, Şeyh Fahreddin-i Irakî'den de ders aldı. Şeyh Fahreddin, her şiir ve halini, şiirler halinde Baba Kemal'e arz ederdi. Bir gün Baba Kemal, Şemseddin-i Tebrizî'ye: "Sana esrardan ve gerçeklerden bir şey hâsıl oluyor mu? Neden hiç söylemiyorsun?" dedi. Cevap olarak: "Ondan daha çok oluyor. Fakat ben onun gibi şiir söyleyemiyorum'' dedi. Bunun üzerine Baba Kemal: "Allahü Teala sana öyle bir arkadaş ihsan eder ki senin adına her ma'rifet ve hakikatleri söyler" buyurdu. Şems-i Tebrizî Hazretleri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra 1244 yılında Konya'ya geldi. Büyük kapıdan şehre girerek bir han sordu. Gösterilen Şekerrizân hanına yerleşti. Hazret Konya'ya geldiğinde halk onun hakkında: "Acaba bu zat Allahü Teala'nın bir velisi midir?" dediler. Onun sohbetini dinlemek istediler. Şems-i Tebrizî Hazretleri kimseyle görüşmek istemedi. Konuşmalar çoğalınca, mecbur kalıp: "Benim bir huyum vardır. Neden derseniz, ben bir Yahudi ve Hıristiyan gördüğümde onlara Hakk Teala'nın hak yola kavuşturması için dua ederim. Bir kimse bana sövme, rencide etse ben yine ona dua edip: “Allah'ım! Bu kimsenin dilini sövmekten kurtar. İyiye çevirip, sövme yerine, senin zikrinle meşgul et” demekten başka işim yoktur. Ben veli olsam veya olmasam size ne?" buyurdu ve bir müddet insanlarla görüşmekten uzak durdu. Şems-i Tebrizî Hazretleri, günlerini o handa geçirirken, bir gün kapıda oturmuş Allahü Teala'nın yarattıkları hakkında tefekkür ediyordu. O sırada Mevlana Hazretleri, talebeleriyle oradan geçerken, kapı önünde tefekkür halindeki Şems Hazretleri'ne baktı. Ona selam verdi ve yoluna devam etti. Kendi kendine de: "Bu zat yabancı bir kimseye benziyor. Buralarda böyle birisini hiç görmedim. Ne kadar da nurlu bir yüzü var" diye düşünürken aniden atının yularını bir elin tuttuğunu gördü. Atı durduran Mevlana Hazretleri, elin sahibinin o yabancı olduğunu görünce: "Buyurunuz! Bir arzunuz mu var?" dedi. O da: "Adınızı öğrenmek istiyorum" dedi. Mevlana: "Celaleddin Muhammed" diye cevap verdi. Bunun üzerine Şems-i Tehrizî: "Bir sualim var. Acaba Muhammed Aleyhisselam mı, yoksa Bayezid-i Bistamî mi büyüktür?" diye sordu. Böyle bir soruyu ilk defa duyan Mevlana Hazretleri: "Elbette ki Muhammed Aleyhisselam daha büyüktür. Bütün mahlûkat ve Bayezıd onun hürmetine yaratıldı” dedi. Bu cevabı bekleyen Şems-i Tebrizî: "Peki, Muhammed Aleyhisselam: "Biz seni layıkıyla bilemedik ya Rabbi!" dediği halde, Bayezid-i Bistamî niçin, "Sübhânî benim şanım ne yücedir" diye söyledi? Bunun hikmetini söyler misiniz?" diyerek tekrar sordu. Mevlana Hazretleri de şöyle cevap verdi: "Peygamber Efendimiz'in mübarek kalbi öyle bir derya idi ki, ona ne kadar ma'rifet ilahî aşk tecelli etse, ne kadar muhabbet ve Allahü Teala'nın sevgisi dolsa onu içine alır kuşatırdı. Hatta daha çoğunu isteyip: "Allah’ım! Verdiğin bu nimetleri daha da artır"' buyurdu. Fakat Bayezid-i Bistamî'nin kalbi o kadar geniş olmadığı için, ilahî feyizlere tahammül edemeyerek, ufak bir tecelli ile dolup taşardı. Az bir feyizle taşınca da böyle şeyler söylerdi." Bu açıklamaya hayran kalan Şems-i Tebrizî Hazretleri, "Allah" diyerek yere yığıldı. Mevlana Hazretleri, hemen atından inerek Şems-i Tebrizî'yi kucakladı, ayağa kaldırdı. Bu nur yüzlü zata çok ısınmıştı. Kalbinde o kadar muhabbet hâsıl oldu ki ayılınca büyük bir hürmet ve edeple onu evine götürdü. Bu zatın, geleceğini, ilk hocası Seyyid Bürhaneddin Hazretleri'nin söylediği Şems-i Tebrizî olduğunu öğrenince: "Ey muhterem efendim! Gerçi evimiz size layık değil ise de, zat-ı âlinize sadık bir köle olmaya çalışacağım. Kölenin nesi varsa efendisinindir. Bundan böyle bu ev sizin, çocuklarım da evlatlarınızdır" diyerek, hizmetine koşmaya başladı. Gece gündüz hiç yanından ayrılmayıp, onun sohbetlerini büyük bir zevk içinde dinlemeye başladı. Ondan hiç ayrılmıyor, talebelerine ders vermeye insanlara camide vaaz ve nasihate gitmiyordu. Yanlarına bile, hizmetlerini görmek üzere ortanca oğlu Sultan Veled girebiliyordu. Bir gün Mevlana Hazretleri havuz kenarındaydı. Yanında kitaplar vardı. Şems-i Tebrizî Hazretleri gelip, kitapları sordu ve hepsini suya attı. Kitapların suya atılması üzerine Mevlana: "Ah, babamın bulunmaz yazıları gitti" diyerek çok üzüldü. Şems-i Tebrizî Hazretleri elini uzatıp, kitapların hepsini aldı. Hiçbiri ıslanmamıştı. Mevlana Hazretleri: "Bu nasıl iştir?" dedi. Şems-i Tebrizî Hazretleri: "Bu zevk ve haldir. Sen anlamazsın" buyurdu. Mevlana, Şems-i Tebrizî Hazretleri'nin bu kerametini görünce, ona olan bağlılığı ve hayranlığı daha da artıp, sarsılmaz bir kale gibi oldu. Mevlana Hazretleri'nin ortanca oğlu Sultan Veled, onların durumunu şöyle anlatır: "Ansızın Şems-i Tebrizî Hazretleri gelip, babam ile görüştü. Babamın gölgesi, onun nurunda yok oldu. Onlar birbirlerine öyle muhabbet gösterdiler ki çevrelerinde kendilerinden başkasını görmüyorlardı. Eskiden herkes babama uyardı. Şimdi ise babam, Şems'e uyar oldu. Şems babamı muhabbete davet ettikçe, babam Allahü Teala'nın muhabbetinden yanıp kavruluyordu. Babam artık onsuz yapamıyor, yanından bir an bile ayrılamıyordu. Bu şekilde aylarca sohbet ettiler. Böylece babam pek büyük derecelere yükseldi." Mevlana Hazretleri ile Şems-i Tebrizî Hazretleri'nin birliktelikleri devam ederken, onların bu sohbetlerini hazmedemeyen ve Mevlana Hazretleri'nin kendi aralarına katılmamasını hoş görmeyen bazı kimseler, Şems-i Tebrizî Hazretleri hakkında uygun olmayan sözler söylemeye başladılar. Bu söylenenler, Mevlana Hazretleri'nin kulağına kadar geldi. Diyorlardı ki: "Bu kimse Konya'ya geleli Mevlana bizi terk etti. Gece gündüz hep birbirleriyle sohbet ediyorlar da bizlere hiç iltifat etmiyorlar. Mevlana, Sultanü'l-Ulema'nın oğlu olsun da, Tebriz'den gelen ve ne olduğu belli olmayan bu kimseye gönül bağlasın. Onun yüzünden bize sırt çevirsin. Hiç Horasan toprağı ile Tebriz toprağı bir olur mu? Elbette Horasan toprağı daha kıymetlidir." Bu söylentilere Mevlana cevaplar verdiyse de kimsede anlayacak durum yoktu. Şems-i Tebrizî Hazretleri, artık Konya'da kalamayacağını anladı. O çok kıymetli dostunu, o mübarek ahbabını bırakarak Şam'a gitti. Şems-i Tebrizî Hazretleri'nin Konya'dan ayrılması, Mevlana Hazretleri'ni çok üzdü. Günler geçtikçe ayrılık acısına dayanamayacak duruma geldi. Onun arkasından yanık yanık ayrılık gazelleri okumaya başladı Bir defasında bir kişi: "Ben Şems-i Tebrizî'yi Şam'da gördüm" dedi. Mevlana da yanında ne varsa hepsini o kişiye verdi. Orada bulunanlardan biri: "O, Şems-i Tebrizî'yi görmedi. Yalan söylüyor" dedi. Mevlana da: "Ona verdiklerim, sevdiğimin yalan haberinin müjdesidir. Onun gerçek haberini getirene canımı veririm" dedi. Günler geçtikçe Mevlana'da Şems'in hasreti dayanılmaz hal aldı. Bir gün oğlu Sultan Veled'i Şam'a göndermeye karar verdi. Sultan Veled, kısa zamanda yol hazırlıklarını tamamlayıp hareket etti. Uzun bir yolculuktan sonra Şam'a vardı. Babasının tarif ettiği handa Şems-i Tebrizî'yi buldu. Mevlana'nın durumunu anlattı. Şems-i Tebrizî Hazretleri istemeye istemeye Sultan Veled ile birlikte Konya'ya döndü. Mevlana, Şems'i parlak merasimle karşıladı. İki âşık sarmaş dolaş oldular. Mevlana seller gibi sevinç gözyaşları akıttı. Mevlana ile Şems-i Tebrizî eskisi gibi yine bir odaya çekilip, sohbetlere başladılar. Halk, Şems gelince Mevlana'nın sakinleşeceğini, aralarına katılıp, kendilerine nasihat edeceğini, sohbetlerinden yararlanacaklarını ümit ederken, tam tersine, eskisinden daha fazla Şems'e bağlandığını, aralarındaki muhabbetin daha arttığını gördüler. Fitne ateşi yine tutuştu. Şems hakkında yine akıl almaz iftiralar ve yakıştırmalar yayılmaya başladı. Bir gün bu söylenenleri işiten Şems-i Tebrizî Hazretleri, Sultan Veled'e: "Ey Veled! Hakkımda yine su-i zan etmeye başladılar. Beni Mevlana'dan ayırmak için söz birliği etmişler. Bu defaki ayrılığımın acısı çok derin olacak" dedi. 1247 yılının Aralık ayının beşine rastlayan perşembe gecesiydi. Yine Mevlana ile Şems gönül alışverişindeydiler. Bir ara kapı çalındı. Şems Hazretleri'ni dışarı çağırdılar. Şems-i Tebrizî, Mevlana'ya: "Beni katletmek için çağırıyorlar" dedi. Hemen dışarı fırladı. Dışarıda bulunan kimseler bir anda Şems’in üzerine hücum ettiler. Şems-i Tebrizî Hazretleri'nin "Allah" diyen sesi duyuldu. Mevlana hemen dışarı çıktı, fakat hiç kimse yoktu. Yerde kan lekeleri vardı. Derhal oğlu Sultan Veled'i uyandırıp durumun tedkikini istedi. Yapılan bütün araştırmalarda Şems-i Tebrizî Hazretleri'nin mübarek cesedini bulamadılar. Bu cinayeti işleyenler yedi kişi idi. İçlerinde Mevlana Hazretleri'nin oğlu Alâeddin de vardı. Yedisi de kısa sürede çeşitli belalara uğrayarak öldüler. Sultan Veled, bir gece rüyasında, Şems-i Tebrizî Hazretleri'nin cesedinin bir kuyuya atıldığını gördü. Şems-i Tebrizî Hazretleri ona: "Ben felan yerdeki kuyudayım. Beni buradan alıp defneyleyin" buyurdu. Sultan Veled uyanır uyanmaz arkadaşlarını alarak bildirilen kuyuya gitti. Ceset hiç bozulmamıştı. Bulunduğu yerden alıp, cenaze hizmetlerini gördüler ve Mevlana'nın medresesine defnettiler. Hikmetlerle, ibretlerle dolu bir geçmiş böylece tarih oldu. Bundan sonra Mevlana artık coşkun sular gibi çağladı durdu. Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.