SÜMBÜL SİNAN EFENDİ HAZRETLERİ

İstanbul

(d.1452 / ö.1529)

İstanbul'da bulunan büyük velilerdendir. Adı Yusuf b. Ali'dir. Dedesine Kaya Bey derlerdi. Lakabı Sinanüddin ve Zeynüddin'dir. Sümbül Sinan Efendi diye şöhret bulmuştur. Hicri 856 (m.1452) yılında Merzifon'da doğan Sümbül Sinan Efendi Hazretleri, buluğ çağına kadar, Isparta'nın Borlu kasabasında ilim tahsil etti. Oradan İstanbul'a geldi. Fatih Sultan Mehmed Han ve Sultan II. Bayezıd Han devrinin meşhur âlim ve velilerinden olan Efdalzâde Hamimüddin Efendi'den ders aldı. Ayrıca Çelebi Halife diye şöhrete ulaşan Muhammed Cemaleddin Efendi Hazretleri’nin de derslerine katılmak istedi. Sultan II. Bayezıd'ın da ho­cası olan Çelebi Halife Hazretleri, o sırada Vezir-i A'zam Kocamustafapaşa'nın Yedikule'de yaptırdığı dergâhın hocalığını yapıyordu. Sümbül Sinan Efendi, Çelebi Halife Hazretleri'nin huzuruna gelip, kendisine talebe olmak istediğini bildirdi. Çelebi Halife Hazretleri kabul buyurunca, on­dan ilim öğrenmeye, feyiz ve teveccühlerine kavuşarak kemale gelip olgunlaşmaya başladı. Sümbül Efendi bir gece rüyasında bir kuyu gördü. Kuyunun başı çok ka­labalıktı. Herkes su almak için uğraşıyordu. Kuyunun suyu çok derindeydi ve çok da azdı. Bu sebeple suyu çıkarmak çok zor oluyordu. İnsanlar böyle su al­mak için uğraşıp dururken, Sümbül Sinan Efendi kalabalığın içine karışarak, kuyunun yanına geldi. Gelir gelmez kuyunun suları ağzına kadar yükselip ço­ğaldı. Hem kendisi, hem de çevresindekiler kolayca sularını doldurdular. Bol suya kavuştular. Sabahleyin rüyasını hocası Çelebi Halife Hazretleri’ne anlattı. O da: "Ey Sümbül Sinan! Senin gönlünün ilahî feyizlerle dolu olduğu görülü­yor. Böyle bir kalbe sahip olduğun halde, kendindeki bu feyzi neden etrafa saçmıyorsun?" diyerek Sümbül Sinan Efendi'yi kucaklayıp alnından öptü. Son­ra da: "Ey Sinan! Senin kalbin, Allahü Teala'nın muhabbetiyle doludur" bu­yurdu. Bu hadiseden sonra Sümbül Sinan Efendi vazifelerine daha ciddî ve da­ha sıkı sarıldı. Nefsini terbiye etmek için riyazet ve mücahedeye girişti. Çelebi Halife Hazretleri, onu sık sık odasına çağırır, başbaşa sohbetlerde bulunurdu. Sinan Efendi'ye bol bol teveccüh eder, kalbinde bulunan feyizleri onun kalbine aktarırdı. Zahir ilimlerinde bildiklerinin tamamını Sümbül Sinan Efendi'ye aktardı. Onu, halifesi olacak şekilde yetiştirdi. Bildiklerini pekiştir­mesi için Sümbül Sinan Efendi'yi Mısır'a gönderdi. O da, Mısır halkına Ehl-i Sünnet itikadını bildirmek, Allahü Teala'nın emir ve yasaklarını öğretmek üze­re emredilen yere gitti. Mısır Hükümdarı Kaçmaz Sultan, Sümbül Sinan Hazretleri'ne büyük hürmet gösterdi. Kendi yaptırdığı camide, halkı irşad etme, hak ve hakikati anlatma görevi verdi. Mısır uleması ve evliyası Sümbül Sinan Hazretleri'nin yaptığı sohbetlerden, onun büyük bir âlim ve veli olduğunu anladılar. İlmine hayran kaldılar. Kur'an-ı Kerim'e ve sünnete olan bağlılığını, âlimlerin ictihadlarına uymadaki gayretlerini pek beğendiler. Bu sebeple ona saygı ve hürmette kusur etmemeye azamî gayret gösterdiler. Sümbül Sinan Hazretleri, Mısır'da insanlara üç yıl kadar dinin emir ve yasaklarını öğretti. Hasta kalplere, irfan pınarlarından şifalar sundu. Başta hü­kümdar olmak üzere, bütün Mısırlılar onu çok sevdiler. Bu suretle İstanbul'da bulunan hocası Çelebi Halife Hazretlerinden bir mektup aldı. Mektubunda, bu yıl hacca gitmek üzere yola çıktığını, Şam'dan Mekke-i Mükerreme'ye giden yol güzergâhını takip edeceğini yazıyordu. Bu hac yol­culuğuna Sümbül Sinan Efendi'nin de katılmasını istiyordu. O yıl İstanbul'da büyük bir zelzele olmuştu. Zelzeleden sonra da taun ve veba hastalıkları baş göstermişti. Bu hastalıklardan yüzlerce İstanbullu vefat etmişti. Bu derdin bir çaresi olarak, Padişah II. Bayezid Han, Çelebi Halife Hazretleri'nin Mekke-i Mükerreme'ye gidip, bu derdin üzerlerinden kaldırılması içini dua etmesini rica etti. Çelebi Halife Hazretleri de hazırlıklarını yapıp, hacca gitmek üzere yola çıktı. Üsküdar'ı geçtiğinde, Allahü Teala'nın izni ile veba salgını duruverdi. Hastalıktan kısa sürede eser kalmadı. Buna Padişah çok sevindi ve Çelebi Hali­fe Hazretleri'ne: "Gitmenize lüzum kalmamıştır. İsterseniz geri dönebilirsiniz" buyurdu. Çelebi Halife Hazretleri: "Sultanım! Mademki bu hayırlı yolculuğa niyet ettik. Bu hac vazifemizi yapıp, Devlet-i Al-i Osman'ın selameti için dua ve niyazda bulunalım. Allahü Teala'nın siz sultanımıza hayırlı uzun ömürler vermesi için yalvaralım" dedi. Sultanın izniyle yola çıktı. Sümbül Sinan Efendi mektubu alır almaz: "Allahü Teala'nın bütün işleri hikmetlidir. Kim bilir, bu yolculukta ne hikmetler gizlidir" diyerek, hazırlıklarını yapıp Mısırlılarla helalleşti. O yıl hacca gideceklerle yola çıktı. Uzun bir yolculuktan sonra Mekke-i Mükerreme'ye vardılar. Sümbül Sinan Efendi hac görevini yerine getirirken, İstanbul'dan gelen hacılarla görüştü. Onlar, Şam'dan dokuz konak mesafede Tebük veya Hasa korusunun olduğu yere geldiklerinde, Çelebi Halife Hazretle­ri'nin vefat ettiğini söylediler. Bir de vasiyeti olduğunu ve: "Bu vasiyeti Sümbül Sinan'a veriniz" diye emrettiğini bildirdiler. Sümbül Sinan Hazretleri, Efendisi Çelebi Halife Hazretleri'nin vefatına çok üzüldü. Vasiyet mektubunu açtığında şunları gördü: Kendisinin, Kâbe-i Muazzama'ya gidecek hacıların yolu üzerine defne­dilmesini, Sümbül Sinan'ın İstanbul'a gidip, Kocamustafapaşa Dergâhı’ndaki tale­belere ders vermeye başlamasını, Sümbül Sinan'ın, kızı Safiye Hatun ile evlenmesini istiyordu. Sümbül Sinan Efendi, hac görevini edadan sonra, bu vasiyeti yerine getirmek üzere İs­tanbul'a hareket etti. Daha önce giden hacılar tarafından, Çelebi Halife Hazretleri'nin vefat et­tiği, Sümbül Sinan Efendi Hazretleri'ni yerine halife bıraktığı haberi İstanbul'a gitmişti. İstanbullular Sinan Efendi'yi büyük bir kalabalık halinde karşıladılar. Kocamustafapaşa'daki dergâhta bulunan talebeler de, yeni hocaları Sümbül Sinan Efendi Hazretleri'ne büyük bir hürmetle bağlandılar. Talebeleri içinde Merkez Muslihiddin Efendi'yi çok severdi. Onu, tevec­cühleri ile yetiştirip olgunlaştırdı. Sonra da kızını vererek kendisine damat ey­ledi. Bundan sonra otuz yedi yıl süreyle dergâhta İstanbul halkına irşatta bu­lundu. Devrin padişahları Sümbül Sinan Hazretleri'nin dergâhına gelir, ondan feyz almaya çalışırlardı. Cuma günleri ve mübarek gecelerde İstanbul'un bü­yük camilerinden birinde halka vaaz ederdi. Şeyh Yakup anlattı: "Sümbül Sinan Efendi Hazretleri, talebelerinin, mücahede ve nefis terbiyesindeki tembelliklerini görünce: "Biz, on sekiz yıl sırtımızı yere koymadık ve bir yere de dayanmadık. Tahiyyatta oturduğumuz gibi oturarak uyurduk" buyurdu. Habib Kasımoğlu Ali Efendi: "Şeyh Sümbül Efendi Hazretleri, zamanımızın Cüneydi'dir. Onun zama­nına erişmemiz, bizim için büyük bir nimettir" derdi. Osmanlılar'ın en büyük şeyhülislamlarından İbni Kemal Hazretleri, Süm­bül Sinan Efendi Hazretleri'ne büyük hürmet gösterir, geldiği zaman, kendisini en üst tarafa oturturdu. Mahmud Çelebi adında bir talebesi anlattı: "Sümbül Efendi Hazretleri'ne talebe olmuştum. Dergâhında bulunuyor, onun hizmetiyle şerefleniyordum. Bir gün kendisinden izin alarak Gelibolu'ya gitmiştim. Oradan bir haram işleme durumu ile karşı karşıya kalmıştım. Tam o haramı işlemek üzere idim ki, yanımda hocam Sümbül Sinan Efendi Hazretleri'ni gördüm. Onu görür görmez, utancımdan kıpkırmızı oldum. Ne yapacağımı şaşırmış bir halde haramdan uzaklaştım. Bir gemiye binerek İstanbul'a geldim. Hemen dergâha koştum. Hocam Sümbül Sinan Efendi ile kapıda karşılaştım. Beni görünce: "Ey Çelebi! Sen kâmil mürşidi ne sanıyorsun? O, talebesini gözetmez ise, şeytan ve nefs, onu hevasına uydurup helak eder. Çabucak tevbe-i nasuh eyle. Bir daha da öyle işleri yapmaya kalkma" buyurdu. Bundan böyle nerede bir haramla karşılaşsam, hemen hocam hatırıma gelir, onun himmeti bereketi ile haramlar gözüme çok kötü halde görünürdü. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail'i Çaldıran'da yendikten sonra, Mısır'ı fethetmek üzere yola çıktı. Şam'a geldiğinde, Mısır'ın fethinin kendisine nasip olup olmayacağının düşüncesi zihnini kurcalamaca başladı. Bunu çok sevdiği Hasan Can'a anlattıktan sonra: "Bizi bu hususta ferahlatacak, Allah dostlarından bir veli varsa, ona ni­yetimizi anlatalım. Acep ne buyuracaktır, merak eder dururum" buyurdu. Ha­san Can da: "Devletlü Sultanım! Emevî Camii'nin bir köşesinde, sabah akşam Allahü Teala'yı zikreden bir derviş var. Belki sizin meselelerinizi halleder" dedi. Bu­nun üzerine Sultan Selim Han, sabahın erken saatlerinde camiye gitti. Tarif edilen bu zatı Allahü Teala'yı zikreder buldu. Yanına varıp selam verdi. Selim Han daha bir şey sormadan: "Ey Muzaffer Sultan! İnşaallahü Teala, Cenabı Hakk, Mısır'ın fethini sa­na müyesser kılacaktır. Allahü Teala'nın bütün sevdikleri seninle beraberdir. Mısır'ın fethinden sonra, İstanbul'a döndüğünde, sakın oradaki Sümbül Si­nan'dan gafil olma!" dedi. Yavuz Sultan Selim Han, bu müjdeye ziyadesiyle memnun kaldı. Şükür secdesine kapandı. Sümbül Sinan Hazretleri Hicri 936 (m.1529) yılında Yüce Allah'ın iz­niyle vefatının yaklaştığını anlayarak, dostlarıyla ve talebeleriyle vedalaştı, helalleşti. Vefat ettiğinde seksen yaşında bulunuyordu. Kabrini, dergâhının ortasına kazdılar. Cenazesini Fatih Camii'ne getirdiler. Şeyhülislam Kemalpaşazade cenaze namazını kıldırdı. Bugünkü türbesinde defnedildi. Kemalpaşazâde'nin, onun hakkında yazdığı manzume, türbesi dışındaki çini üzerine işlenmiştir. Şunlar okunmaktadır:

Pişvây-ı sâhib-i ehl-i edeb,

Muktedâ-i tâlib-i Rûm'i Areb,

Rehber-i ehl-i tarik-i Halveti kim Şeyh,

Ebü'l- Vefa kim Sümbül'dür lakab (dört beyitliktir).

Sümbül Efendi Hazretleri'nin, ''Risâletü’l-Etvar" eserinden başka "Risâle-i Tahkîkiyye" adlı bir eseri daha vardır. Sümbül Sinan Efendi Hazretleri ile ilgili birçok menkıbe anlatılmaktadır. Bunlardan biri şöyledir: Maksud Dede anlatıyor: "Tokat'ta sanat ehli bir kimse idim. Kendi işimle uğraşır, kimsenin işine karışmazdım. Bir Cuma günü Tokatlılar acele ile büyük Cami’ye doğru koşu­yorlardı, içlerinden birine: "Böyle hızlı hızlı gitmenizin sebebi nedir?" diye sordum. "Bu gün büyük bir velinin camide vaaz edeceğini duyduk. Onun için acele ediyoruz" dedi. Ben de hemen hazırlığımı yapıp camiye koştum. Bu mü­barek zatın nasihatleri kalbime öyle tesir etti ki, o andan itibaren talebesi olma­ya karar verdim. Vaazından sonra yanına yaklaştım, elini öptüm ve: "Efendim! Zat-ı âlimizin talebesi olarak şereflenmek istiyorum. Lütfen kabul buyurmanızı istirham ediyorum'" dedim. Bana: "Seni yetiştirecek bir veli, daha bu ilmi öğretmeye başlamadı" buyurdu. Yanından ayrıldıktan sonra etraftakilere: "Bu zatın adı nedir?" diye sordum. "Molla Habib’dir" dediler. Aradan on beş yıl geçti. İstanbul'a gittim. İs­tanbul'da çeşitli yerlerde on beş yıl daha çalıştım. Bir Cuma günü Ayasofya Camii'ne gitmiştim. Biri vaaz ediyordu. Sözlerinden çok etkilendim. Kalbim­den geçen pek çok suallerimi cevaplandırdı. Onu dinlemekle bütün endişele­rimden kurtuldum. Kalbimi bir nurun doldurduğunu hissettim. Çevremdekilere: "Bu vaazı kim yapıyor?" diye sorunca: "Sümbül Sinan Hazretleri" dediler. Vaaz bitince hoca efendinin huzuruna varıp mübarek elini öptüm. Daha bir şey söylemeden: "Tokat'ta Molla Habib'in eline yapıştığın zaman, onun sana söyledikleri­ni hatırlıyor musun?" diye sordu. O anda hayretten dona kaldım. Bundan tam otuz yıl öncesini soruyordu. "Efendim, bunu size kim söyledi?" diye sordum. O da: "Allah yolunda olanlara bunları bilmek güç değildir. Fakat asıl maksat Allahü Teala'nın rızasına kavuşmaktır" buyurdu. Beni talebeliğe kabul etti. Kı­sa zamanda teveccühlerine kavuşup halifesi olmakla şereflendim. Beni, Rume­li'ye göndererek, insanlara dini öğretmekle vazifelendirdi. Oradaki insanlara Sümbülî tarikatını öğretecek, hak yolu bildirecektim. Hazırlığımı yaparak Hay­rabolu kasabasına gittim. Camiye gidip iki rekât namaz kıldıktan sonra, camiye bir genç girdi ve: "Hoş geldiniz, safalar getirdiniz Maksud Dede!" deyiverdi. Hayret etmiştim. Burası ilk geldiğim bir yerdi. Beni nereden tanıyordu. Sordum: "Ey delikanlı! Adımın Maksud olduğunu nereden biliyorsun?" dedim. Cevap olarak: "Ben aslında iyi bir kimsenin oğlu idim. Babam vefat ettiğinde küçük­tüm. Birkaç arkadaşımla Allahü Teala'nın zatına ve sıfatına ait ilimlerde bilgi sahibi olmak için seyahate çıkmak istedik. O sırada babamın arkadaşlarından biri bana nasihat etti ve bu iş için istihare yapmamı tavsiye etti. O gün istihare namazı kıldım ve dua ettim. Yattıktan sonra rüyamda, nur yüzlü bir ihtiyar gördüm. Bana: "Filan gün camiye şu kıyafette bir kimse gelecektir. Adı Maksud Dede'dir. Ona yardımcı ol, emrine uygun hareket et" diye buyurdu. Bu sebeple buraya geldim. Bütün emirlerinize amadeyim" dedi. "Rüyada gördüğün nur yüzlü kimseyi bana tarif edebilir misin?" dedim. Tarif etti, aynen hocam Sümbül Sinan'ın şemailine uyuyordu. Meğer o gece rüyada, o gence benim geleceğimi bildiren hocam Sümbül Sinan Efendi Haz­retleri’ymiş."