Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri

Kastamonu

(d.1569 / ö.1671)

Şa'baniyye, Halvetiyye tarikatının kollarından biridir. Bu şube kurucusu bulunan Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri'ne nisbet edildiği için bu adı almıştır. Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri'ne Halvetiyye tarikatının ikinci piri diyenler var­dır. Şair, pir Şa'ban-ı Veli Hazretleri hakkında şöyle demektedir:

Sarıl gel, damen-i ihsanına sen Şeyh Şa'ban'ın

Harabîden geçip ma'mûr-i âbâd olmak istersen.

Türbesinde bulunan bu kitabe gerçekten de onun şanına ve şerefine yakı­şan bir kitabedir. İlmi irfanı, zühdü, takvası ve seciyesi herkes tarafından kabul ve tasdik edilmiş, ismi memleketin her tarafına yayılmış yüce bir Allah dostu­dur. Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinin Harmancık Mahallesi'nin Çifte Ha­cılar sokağında, baba evinde dünyaya gelen Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri'nin doğduğu bu ev yakın zamana kadar mevcut idi. Hemen yakınında kendisinin adına yapılmış bir de mescit vardı. Evin avlusunda bulunan kuyunun suyu kutsal kabul edilir, bilhassa Ramazan aylarında herkes bu sudan almak için yarış ederlerdi. Daha çocuk denecek bir yaşta iken babadan ve anadan yetim kalan küçük Şa'ban’ı, hayırsever bir hanım evlat edinmiş ve onu öz evladı gibi sevmiştir. Bu olay vesilesiyle Allah Rasulü (s.a.v.)'ne sütannelik ve dadılık yapan Hazreti Halime (r.anha)'nin kucak dolusu şefkat ve muhabbeti hatırlanır. Bu hanımın Şa'ban Efendi'ye gerekli tahsili yaptırmasından, hatta onu İstanbul'a kadar göndermesinden, oldukça varlıklı bir hanım olduğu tahmin edilebilir. Daha sonraki dönemlerde bu hanımdan söz edilmemesi, onun Şa'ban Efendi İstanbul'da iken vefat etmiş olacağı kanaatini uyandırmaktadır. Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri, usulüne göre medrese tahsilini tamamla­dıktan sonra, kendisine ilahî sırları öğretecek bir kâmil mürşid arayıp bulma sevdası ile yanmaya başladı. Bir gece gördüğü rüyada: "Vatan-ı aslînize gidin, aradığınız zat oradadır" denildi. Bu rüyanın tesi­rinde kalan medreseli genç Şa'ban Efendi, memleketi olan Kastamonu'ya doğ­ru hareket etmek üzere hemen yol hazırlığına başladı. Medresede birlikte bu­lunduğu birkaç hemşehrisi de kendisi ile birlikte dönmeyi teklif ettiler. Teklif uygun görüldü ve kara yolu ile Bolu üzerinden Kastamonu'ya ulaşmak üzere birlikte hareket ettiler. Uzun ve çok yorucu bir yolculuktan sonra Bolu'ya ulaştılar. Şa'ban-ı Veli Hazretleri, birkaç gün Bolu'da kalıp dinlenmek ve çevreyi görüp tanımak istiyordu. Adını, şöhretini duyduğu Hayreddin-i Tokadi Hazretleri'ni mutlaka ziyaret etmeliydi. Çeşitli hayal ve düşüncelere dalıp çıkarak ulaştıkları Bolu'da, bir müddet için kalabilmelerine elverişli bir han aradılar ve sonunda bulup yerleştiler. Bu han, Hayreddin-i Tokadî Hazretleri'nin dergâhının yakınında bir yerde bulunuyordu. Akşam olunca dergâhta cehri olarak yapılan toplu zikir sesleri, etraftan işitenleri olduğu gibi misafirleri de gaşiy içinde bıraktı. Hancıdan olan bitenleri sorup, işittikleri sesler ve zikir hakkında bilgi sahibi oldular. Hancı: "Haydi, genç mollalar, kalkın bizler de zikir meclisine gidelim ve onlarla birlikte zikredelim" dedi. Mollalar teklifi kabul edip: "Hay hay, haydin gidelim!" deyince, Şa'ban Efendi, molla arkadaşlarına: "Gidelim, gidelim ama onlar birer cezbeli âşıklardır. Cezbelileri ve âşıkları kendi taraflarına çekerler. Onlar aynı zamanda "Zincirli taifedirler" yanlarına varanı ayaklarından zincire vururlar ve bir daha kendilerinden kop­malarına engel olurlar" dedi. Fakat hancının ve mollaların gitmekte kararları kesin olduğundan, o da onlara uydu ve hep birlikte Tokadî Hazretleri'nin dergâhına vardılar. Dergâhta bulunanların tamamı sanki bir kalp, bir vücut ve bir can ol­muştu. Zikrullahın ahengine dalan müritler, manevî zevkin doruğunda ve ken­dilerinden geçmiş bir halde zikre devam etmekteydiler. Misafirler ahengi bozmamak için sessizce bir köşeye çekilmiş, onları seyre dalmışlar idi. Neden sonra zikir durdu ve "Zakirbaşı"nın yanık bir sesle okuduğu ilahî kalpleri delercesine işlemeye başladı. İlahî aralarında hep birlikte tekrarlanan tevhid, tehlil ve tekbir sesleri ise coşkunluğu zirveye ulaştırıyordu. Şa'ban Efendi'yi tarifsiz bir duygu seli kaplamış, bilmediği, tanımadığı bir yöne doğru sürüklenmekte idi. Zikir meclisinin orta yerinde bir güzellik abidesi gibi duran Tokadi Hazretleri'ne bakıyordu. Bu gördüğü zat yıllar yılı hayal ettiği, aradığı ve nihayet bulduğu, Yüce Allah'a yaklaştırıcı bir rehber, bir mürşid idi. Devran bitmiş, zikir sona ermişti. Herkes yavaş yavaş geldiği yere dönü­yordu. Arkadaşları Şa'ban Efendi'yi bir köşede sızmış, büzülmüş, adeta kendinden geçmiş yarı baygın halde buldular. Kendisine: "Haydi, kalk, handaki yerimize dönelim. Sabah erkenden yolumuza de­vam edeceğiz. Yolcu yolunda gerek" dediler. Şa'ban Efendi iki elinin tersiyle gözlerini silerek: "Gardaşlar! Ben sizlere dememiş miydim?" Onlar bir zincirli taifedirler, diye. İşte beni zincirlediler. Sizler güle güle gidin. Ben artık buradan hiçbir ye­re ayrılamam" dedi. Bu durumda kimse daha fazla bir şey diyemedi. Onu kendi haline bırakıp, yavaş yavaş yanından uzaklaştılar. Dergâhın yeni misafirini beklemekte olan Şeyh Hayreddin Tokadi Hazretleri, Şa'ban Efendi'nin yanına geldi. Onu gözleri kapalı, vecd ve istiğrak ha­linde ve yarı baygın bir şekilde buldu. Omzundan çıkardığı harmaniyesini ya­vaşça bu yeni gelen misafirinin üzerine kendi eliyle örttü. Böylece Şa'ban Efendi onun himaye ve sevgi örtüsüyle âlem halkından ayrılmış ve örtülmüş oldu. Görünüşte Şeyh Hazretleri'nin harmaniyesi ile örtülüyor, gerçekte ise “Yü­celik Tacı”nı mürşidinin eliyle üzerine giyinmiş oluyordu. Bundan sonra gayret kemerini beline bağladı. Tekkenin bütün hizmetle­riyle gece gündüz demeden ilgilenmeye başladı. Hem dergâhın her seviyesindeki hizmetini görüyor, hem de mürşidinin kendisine açtığı seyr-i sülük yollarında hızla ilerleyerek yükseliyordu. Tam bir teslimiyetle tam on iki yıl boyun­ca hizmette bulunduktan sonra, şeyhinin himmetini alarak maksadına ulaştı. Tokadî Hazretleri'nin tensibi ile irşad için Kastamonu'ya geldi ve daha önceleri de dergâh olan şimdiki tekkesine yerleşti. Hâlihazır türbe ve müşte­milatı, 1576–1612 yıllan arasında Kethüda Ömer Efendi tarafından yaptırıldı. Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri'nin türbesinde on altı tane sanduka bulun­maktadır. Zemzem tadındaki suyu meşhurdur.  Sefîne-i Evliyâ'da, Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri'nin Yahya Efendi adın­da bir oğlunun bulunduğu kayıtlıdır. Bu zat, bir asırdan fazla yaşadığı için torunu olabileceğine dair not düşülmüştür. Bu duruma göre Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretleri'nin evlendiği ve neslinin devam ettiği anlaşılmaktadır. Yahya Efendi, İstanbul'da, Eyüp Camii'nde kürsü şeyhliğinde bulunmuş ve adı zamanın ileri gelen âlimleri arasında geçmiştir. Şa'ban-ı Veli Hazretleri'nin yüz yaşını aşmış olduğu halde 1082 (m.1671) yılında vefat ettiği anlaşılmaktadır.

Allah'ın rahmeti, bereketi üzerine olsun.