KENAN RUFAİ HAZRETLERİ

İstanbul

(d.1868 / ö.1950)
Son devir irşadçılarından ve irfan kaynağı, Allah'a susamış gönül sahip­lerinden biri; Hakk'a ve ebedî mutluluğa ulaşmak isteyenlerin kılavuzu, Şeyh Ahmed Rufai Hazretleri'nin yirminci asırdaki temsilcisi olan Kenan Rufai Hazretleri, Filibe eşrafından Hacıhasanbeyzadelerin soyundandır. Bu aile adına Filibe'de bir mahalle ve bir de mescit bulunmaktadır. Kenan Rufaî Hazretleri'nin babası, Hacı Halim Bey'dir. Bu zat II. Abdülhamid devrinde Telgraf Nezareti Sicil Başmüdürlüğü'nde bulunmuş ve bir süre de Telgraf Nazırlığı yapmıştır. Kenan Rufaî Hazretleri'nin annesi Hatice Canan Hanım'dır. Bütün hayatı boyunca Kenan Rufaî Hazretleri'ne etkili ol­muş, onun eğitim ve yetiştirilmesinde çaba harcamış, kâmile ve saliha bir ka­dındı. Kenan Rufaî Hazretleri, 1284 (m.1868) yılında doğmuştur. Kendisi okul çağına gelince, babası İstanbul'a tayin edilmiştir. Önce Süleymaniye semtindeki bir ilkokula devam etmiş, sonra Aliyans-İzrailit'te okumuş ve Zarifi Rum idadisini bitirerek Galatasaray Sultanisi (Lisesi)'ne geçmiştir. Burada okulun seçkin öğrencileri arasında yer aldıktan ve bir yıl içinde iki sınıf birden geçerek üstün kabiliyet gösterdikten sonra okulunu birincilikle bitirmiştir. Muallim Naci ve Muallim Feyzi gibi hocalardan feyizlenerek yüksek bir kültür sahibi olmuştur. Kenan Rufaî Hazretleri'nin ilk memuriyeti posta nezaretindedir. Bir süre sona Balıkesir İdadi (Ortaokul) müdürlüğüne tayin edildi. Bu sırada on dokuz yaşında bulunuyordu. Bu arada Filibeli bir halk aşığı olan Ethem Efendi'den de tasavvuf dersleri alarak dinî kültürünü genişletmiştir. Balıkesir'deki bir yıllık müdürlüğü sırasında, maarif alanındaki başarılan onu Adana Maarif Müdürlüğü makamına oturtmuştur. Buradaki reform mahi­yetindeki icraatları, ilmiye mensuplarını kızdırdığından, kendisinin tanassur (Hıristiyan olma) ettiğine kadar varan söylentilere uğramıştır. Bu durum, Ada­na Maarif Müdürlüğü'nün kendisini görevinden uzaklaştırmasıyla sonuçlan­mıştır. Bir süre sonra Manastır Maarif Müdürlüğü'ne tayin edilerek başarılı hizmetlerine devam etmiştir. Burada mürşidi Ethem Efendi'den tarikat adabı­nın ön bilgilerini de alarak tam anlamıyla feyizlenmiştir. Selanik'ten sonra Üsküp Maarif Müdürlüğü'ne tayin edilmiştir. Çeşitli illerde yaptığı bu resmî hizmetler sırasında, artan manevî gücü ile çevresindeki kültürlü kimseleri nüfuzu altına almış, her ilde birçok dost, yar­dımına can atan arkadaşlar bırakmıştır. Memuriyet gereği temasta bulunduğu valiler, vilayet erkânı ve çevrenin kültürlü kimseleri onun dostluğu ve yakınlığını kendilerine şeref bilmişlerdir. Bunlar arasında Manastır Valisi Falı Paşa Üsküp Valisi Hafız Paşa bunun kü­çük ve canlı bir örneğidir. Muhitinden dışarı yayılan şöhreti halk arasında da etkili olmuş, daha ir­şada izin almadan birçok kimsenin kalbini feyizlendirmek yeteneğine ulaşmış­tır. Üsküp'te ilk dervişi bir hanım müdire olmuştur. Trabzon Maarif Müdürlüğü sırasında halk arasında veli lakabıyla anılan Ahmed Baba dahi kendisine mürid olmuştur. Trabzon Maarif Müdürlüğü'nden sonra Nümûne-i Terakki Mektebi Müdürlüğü'ne atanarak iki sene İstanbul'da kalmıştır. Bundan sonra Rabbani bir işaretle Medine-i Münevvere'deki Hamidiye Mektebi Müdürlüğü'ne gönderil­miştir. O kutlu beldede ebedî mutluluğa ererek Üstadı Ethem Efendi tarafından tutuşturulan aşk ve tarikat ateşi, şeyhler şeyhi Hamza Rufai Hazretleri tarafın­dan alevlendirilmiş ve bütün varlığını saracak bir seviyeye ulaştırılmıştır. Ni­hayet Fahr-i Kâinat Efendimiz'in manevî himmetleri ve Hamza Rufai Hazretleri'nin de irşadları ile tarikat tacını giymek şerefine nail olmuştur. Rufai Hazretleri'nin, Kenan Rufai Hazretleri'ne irşad izni verirlerken sarf ettikleri şu veciz cümle, onun bu konudaki yetenek ve büyüklüğünün en inandırıcı bir delilidir. Hamza Rufaî Hazretleri: "Oğlum! Bilmem ki, sen mi benim, yoksa ben mi senin şeyhinim?" Kenan Rufaî Hazretleri'ne artık hizmet yolu açılmıştır. Medine'den, İs­lam'ın en büyük merkezi olan İstanbul'a gelmiş ve bu şehir Kenan Rufaî Haz­retleri için bir başlangıç ve hareket noktası olmuştur. O sıralarda karanlıklara gömülmüş ve ümitsizliklere düşmüş bir şehir olan İstanbul, Medine'den gelen bu irfan meşalesinin tutuşturduğu gönüllerde yer yer nurlanmış, 1908 Meşrutiyeti ile de bu ışığın manevî etkisiyle fikir ve düşünce hürriyetine ve aydınlığına kavuşmuştur. 1908 yılında Hırka-i Şerif Camii civarında "Ümmü Ken'an" adıyla il dergâhını açarak irşad görevine daha başka bir canlılık ve parlaklık vermiştir. Dergâhta Cuma günleri, ikindiye yakın mukabele ve zikre başlanmadan önce mesnevi dersi verir, kendi eseri olan ilahiler güzel sesli zakirler tarafından okunur ve vecd içinde dinlenirdi. Kenan Rufaî Hazretleri ilahî aşk için: "Aşk öyle bir zehirdir ki, ondan yüksek, ondan tatlı bir şerbet yok­tur. Aşk öyle bir marazdır ki, ondan güzel sıhhat yoktur. Aşk öyle bir gü­nahtır ki, ondan ulvi ibadet ve taat yoktur. Aşktan cehennem de bizardır cennet de. Cehennem bizardır, ateşini söndürmesin diye çabuk geçmesini ister. Cennet bizardır, güzellikleri, nimetleri görülmeyecek diye çabuk geçmesini ister.” Allah'ın hikmet ve sırlarının her birinin bir ifadesi olan şiir ve ilahilerin­den birkaç örnek aşağıdadır:
Yâ Rufai, ben seninle ahd-i peyman eyledim.
Şem'i dîdârında yaktım, cismi kurban eyledim.
İttisalim pek kadîmdir nerde olsam ben senin
Dâima nûr-i cemâlin, aşk-ı iman eyledim.
Buldu gönlüm çok zamandır yandığı ah bugün,
Sevdiği hem taptığı mâ'büdu Allah'ı bugün.
Mâh'u Şems'ü can'u cananı görüp Ken'an dedi,
Vasledip canana kalbim ben de Ah! Oldum bugün.
Bir başka ilahi:
Öyle bir mahbûba verdim gönlümü almak muhal,
Can'u îmânım anındır, kalmadı bende mecal.
Âşık'u hayran'u mestân, mezhebim yoklum benim,
Bu vücûdum "lâ"sını nur etti "illâ"yu misal,
Mest'ü saki mey'ü aşk'ü âşık'u maşuk benem.
Cümle mevcudat ne varsa bende amma ben hayâl
Aşk yolunda şâh-ı dîvâne görmek dilersen görmeye,
Ken'an'a bak oldu o ma'şûka mir'at-ı cemal.
Hazretin kabri, Merkezefendi Türbesi'nin bahçesindedir.
Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
 
Topkapı cıvarındaki Merkez Efendi Mezarlığı’ndadır.