Seyyid Tâhâ el-Hakkârî Hazretleri
(d.? / ö.1853)
Anadolu'da yetişen büyük Allah dostlarındandır. Nakşî tarikat silsilesinde otuz birinci halkayı teşkil eder. Abdülkadir Geylanî Hazretleri'nin on birinci batında torunudur. Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretleri'nin önde gelen halifelerindendir. Doğum tarihî bilinmemektedir. 1269 (m.1853) yılında Şemdinli ilçesi yakınında bulunan Nehri'de vefat etti. Kabri orada olup, ziyaret edilmektedir. İleride büyük bir zat olacağı görenlerce çocukluğunda anlaşılmış, ona göre tahsil ve terbiyesine dikkat edilmiş, tahsil için Süleymaniye, Kerkük, Erbil ve Bağdat gibi yerlerde bulunmuştur. Amcası Seyyid Abdullah, daha küçük yaşta bulunan Seyyid Tâhâ Hazretleri'nin pirdaşı Mevlana Halid Bağdadî Hazretleri'ne Süleymaniye'de götürüp teslim etmiş, o da Seyyid Tâhâ Hazretleri'ne önce büyük ceddi Abdülkadir Geylanî Hazretleri'nin türbesinde önce istihare yapmasını öğütlemiş, büyük ceddi, onu terbiye ve teslim olması için Halid Bağdadî Hazretleri'ne göndermiştir. Seyyid Tâhâ Hazretleri, intisabının ilk günlerinde dergaha dağdan taş taşıdı. Verilen her emre kayıtsız şartsız teslim oldu. Mürşidinin yanında seksen gün hizmette bulunup, hilafet-i mutlaka ile şereflendi. Seyyid Tâhâ Hazretleri, hilafetini alıp, Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretleri tarafından büyük cemaatle Berdesur'a uğurlandı. Bu ayrılış sırasında dergâhtan epeyi uzaklaştığında atına binmek isteyen Seyyid Tâhâ Hazretleri, bir kimsenin üzengisini tuttuğunu fark etti. Baktığında Mevlana Halid Hazretleri'ni gördü. Bir süre de atının dizginini elinde taşıdı. Uzun yolculuktan sonra Berdesur'a geldi. Amcası Seyyid Abdullah'ın irşadda bulunduğu yer, Berdesur'a çok yakındı. İkisinin de bir yerde hizmetinin hikmetini önceleri kavrayamayanlar oldu. Kısa bir süre sonra Seyyid Abdullah Hazretleri'nin vefatı ile bu sır açığa çıkmış oldu. Seyyid Tâhâ el-Hakkarî Hazretleri bir süre sonra Berdesur'dan Nehri'ye geldi. İrşad hizmetlerine burada devam etti. Kırk iki yıl Nehri'den ayrılmadı. Seyyid Tâhâ Hazretleri'nin sohbetiyle pek çok kimse Allahü Teala'nın rızasını kazandı. Seyyid Tâhâ el-Hakkarî Hazretleri, vefa ve sadakatta Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık'ı, şecaatte ve adalette Hazreti Ömer'i, hayâ ve bilimde Hazreti Osman'ı, vilayet-i kübrada Hazreti Ali'yi (r.anhüm) temsil ederdi. Tıpkı Rasulüllah'a yakın ashab-ı kiramdan birisi gibiydi. Vekar ve heybetinden yüzüne bakılamazdı. Yüzündeki heybet ışığı, on dördüncü gecedeki ay gibi gözleri kamaştırırdı. Alnı geniş kaşları gür, iki kaşı arası açık, mübarek gözleri siyahtı. Seyyid Tâhâ Hazretleri, bütün cihana hükmeden hükümdar olsa, dünyayı en güzel şekilde idare ederdi. Aklı, idraki, intizamı akıllara hayret verirdi. Herkî aşiretinden Molla Abdullah adında bir müderris, iki talebesi ile ziyareti için Nehri'ye giderken, çayın başında oturdular. Molla Abdullah talebelerine: "Herkes abdest alarak Nehri'ye gider. Abdestsiz kimse gitmez. Ben de bu âdeti bozup, abdest almadan gideceğim" dedi. Talebeleri: "Hocam, biz bu âdeti bozmayalım, abdest alıp da gidelim" dedilerse de, Hoca Efendi: "Sanki bu dinî bir hüküm müdür? Ben yapmam" dedi. Bu arada elini yüzünü yıkarken, koltuğundan bastonu suya düştü. Elini uzatıp bastonu almak isterken, ilahi bir hikmet ki, baston, Hocanın başına gözüne vurarak yüzünü gözünü kan içinde bıraktı. Sonra baston kayboldu. O da, böyle söylediğine pişman oldu. Yaralarını sarıp, abdest aldı. Nehri'ye gitti. Seyyid Hazretleri'nin dergâhına girince, bastonu duvarda asılı gördü. Gözleri bastona takılı kalınca, Seyyid Tâhâ Hazretleri: "Herhalde bu bastondan dayak yemişsiniz" buyurdu. Molla Abdullah yaptıklarına pişman olup, tevbe etti. Talebelerinden olmakla şereflendi. Seyyid Tâhâ Hazretleri, kend