İslam Tasavvufunun Kaynakları
"Kur’an, kendinden önce gönderilen kitaplar gibi değildir. Onda apaçık belli olan şeylere aykırı olup da aşırı te’villere yol açacak hiçbir şey yoktur. Kur’an’da, ilmî konularla ilgili dikkati çekecek bir uygunluk vardır. Kur’an’ın bariz bir vasfı açıklıktır. O’nda herhangi bir olayın vuku zamanı gibi ihtilaf edilebilecek ya da idrak edilmesinden ümit kesilecek konular yoktur. Bununla beraber İslam, ilk devrelerinde düşmanlarının hilelerine maruz kaldı. Bunlar kendilerini Müslüman göstererek, kendi kitaplarından saf kalpli Müslümanlara birtakım esassız şeyler anlattılar. Müslümanlar da bunlara inanıp aldanarak, anlattıklarını kitaplarına yazdılar. Kendilerinin hak kitaplarını bir kenara bıraktılar. Çünkü halkın avam kısmının kalpleri daha ziyade hurafelere meyillidir. Bu şekilde haberlere yalan yanlış şeyler karışmış oldu” (Birûnî, Tümer, 172,173)
(Burada sözkonusu edilecek olan tasavvuf, “genel kabul görmüş” tasavvuftur. Kur’an’da “ihsan”, hadislerde “tezkiye ve hikmet” kelimelerinde anlam bulan ve şeriatın sınırlarını zorlamayan tasavvuf anlayışı anlaşılmamalıdır!)
Mezkur tasavvufun kaynağı sadece Kur’an olamaz. Eğer böyle bir şey sözkonusu olsa, tasavvufun en mükemmel ve en güzel şekliyle Rasulullah(sas) ve ashabında görülmesi gerekirdi. Halbuki ne Vahdet-i Vücud’dan Hulûl inancına, ne de Şeyh-Mürid ilişkisinden tarikat ayinlerine kadar bu özelliklerden hiçbirisine ilk iki yüzyılda yaşayan Müslümanların hiçbirinde rastlanmadığına, bütün deliller şahitlik etmektedir. (İbn Haldun, Tasavvufun Mahiyeti,186; Prof. Dr. Fuat Köprülü, Mutasavvıflar,16; Prof Dr İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi,1/7,8) Eğer sahabe ve sonraki Müslümanların bir kısmında görülen, bazı ibadetlerdeki ifrat, delil olarak ileri sürülecek olursa, bu aldatıcı bir yargı olur. Zira bir yönüyle zühd olarak tanımlanabilecek bu eğilimle, din içinde din haline gelen, inanç, ibadet, teşkilat ve sistemiyle apayrı bir yapı oluşturan tasavvufun arasında bağlantı kurmaya çalışmak, tarihi ve gerçekleri tersine çevirmek olur.
Konuyla ilgilenen araştırıcıların ortak kanaati şudur:
Sözkonusu tasavvuf, zühd eğilimi olarak başlayan bir yaşantı biçiminin oluşturduğu temel üzerinde, çok farklı etkenlerden beslenerek gelişip büyümüş ve başlıbaşına inanç, yaşantı sistemi haline gelmiş bir olgudur. Onun oluşup gelişmesini bir kaynağa bağlamak yanlış olur. Zira o, düşünceler ve inançlardan, işine geleni alıp, bünyesine katarak sistemleşmiş eklektik inançlar ve yaşantılar bütünüdür.(Prof. Dr. Fazlur Rahman, İslam,195; Abdulhakî Gölpınarlı, 100 Soruda Tasavvuf,78; İbn Teymiyye, Külliyat, 1/442; Prof. Dr. Fuat Köprülü, Mutasavvıflar,16; Reynald A. Nicholson, İslam Sufileri,7; Seyyid Hüseyin Nasr, İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş,307; Prof. Dr. Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri,85; Martin Lings, Bir Velî,44-45; Seyyid Hüseyin Nasr, Üç Müslüman Bilge,113) Onun bünyesinde en ilkel inanç biçimleri olan fetişler olduğu kadar, gelişip bir medeniyet sistemi haline gelmiş olan Budist, Mani, Yahudi, Hıristiyan, felsefe unsurlarını da gayet açıkça görmek zor değildir. Oluşan bu eklektik yapı, sadece çağdaş araştırıcılar değil, hatta bir kısım sufi olan geçmiş dönem araştırıcı ve düşünürleri de tesbit edip açıklamışlardır. Bunlar arasında en önemlileri; Hâris el-Muhasibî(Gazalî’nin hocası, Ö/H:243) er-Riaye’de; Serrâc(Ö/H:378) el-Luma’da; Kuşeyrî(Ö/H:465) Risale’de; Hucvirî(Ö/H:465) Keşfu’l-Mahcub’da; İmam Gazzâlî(Ö/H:505) muhtelif eserlerinde konuya değinip, İslam dışı etkilenmelerin çok şiddetli eleştirisini yapmışlardır. Ayrıca; Birûnî(Ö/H:440) Tahkikü mâ li’l Hind’de; İbn Cevzî(Ö/H:595) Telbisu İblis’te; İbn Teymiyye(Ö/H:728) ve öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye(Ö/H:790) muhtelif eserlerinde; İmam Şâtıbî(Ö/H:790) el-Muvafakat ve el-İ’tisam’da; İbn Haldun(Ö/H:809) Mukaddime ve Şifâu’s-Sâil’de, tasavvufun üzerinde aktif etkide bulunan İslam dışı unsurları ayrıntılı şekilde açıklamışlardır.